SOLMAZ ŞAHİN
IŞIĞA KOŞUYORUM BİR TÜY KADAR HAFİF, SAVUNMASIZ VE ÇIRILÇIPLAK!
Çok küçük yaşlardan süregelen bir alışkanlığım var. Ben adını ‘Veda Ritüeli’ koydum. Neyse; babamın görevi dolayısıyla kasaba, ilçeler ve kent kent gezmekle geçti çocukluğum. Ve üç yılda bir yaşadığım bu ayrılık hep bir travma olarak kazındı ruhuma.
Ayrılık… Okul ya da mahalle arkadaşlarımdan ayrılmak koymazdı bana. Daha çok bulunduğum topraktan, o yere karşı duyduğum bir ızdıraptı benimkisi. Hele evim. Babamın her tayini çıktığında kahrolurdum, ezilirdi içim. Neden gitmek zorunda olduğumuzu sorguladığımı hatırlamıyorum. Eşyalar toplanırken, bir kamyona yüklenirken duyduğum terketme duygusu ağırdı bende.
Hele bisikletime atlayıp sürekli gittiğim bir bahçe vardı. Bahçenin içinde büyüyen, yeşil, olgunlaşmamış elma dolu bir ağaç ve topraklı yola sarkan dalları vardı. Fırsat buldukça oraya gider, ortalığı kolaçan eder ve çabucak 3-4 elma aşırırdım, içimde dağ gibi suçluluk duygusuyla. Ama bu duygu, o küçük yeşil elmalara duyduğum zevki tatmama engel olmadı. Gün geldi ve ben bu ağaçla vedalaştım. Yetmedi belediyenin zehirlediği ev sahibinin köpeği Tarçın’ın ölüsüyle de vedalaştım. Hiç kimsenin görmediği ve duymadığı bir anda boş odanın duvarlarıyla da vedalaştım. El salladım arkamda bırakıp giderken.
Bağımlılık… İnsanlardan çok hayvanlara ve cansız formlara beslediğim güçlü duygu. Bırakıp gitmek, gitmesine izin vermek zordu benim için. Vedalar hep kalbimi kırdı, ruhumu acıttı ve zihnimde kocaman bir kambur gibi yer etti. Üstelik katlanarak çoğaldılar. Ben ‘yeter’ diyemedim.
Ve dün… Fuşya renkli kocaman çiçeklerin donattığı yemyeşil bahçede, küçük kamelyanın altında bekledim onu. Ben, pek de rahat olmayan koltukta otururken tüm heybetiyle ve gizemli bakışlarıyla belirdi uzaklardan. Yaklaştıkça heyecanlandım. Genç ve erkek formuna bürünen bilinçaltımla kucaklaştım ağlayarak. Onu seviyordum, o da beni seviyordu belliydi gözlerinden. Yanıma ilişti, küçük bir kız çocuğuna bakar gibi baktı derin ve şefkatle. Ona beni özgür bırakmasını söyleyemedim önce. Oysa neler neler söyleyecektim hatta kızıp bağıracaktım ona neden beni esir ettin diye. Yapamadım. Ne çok bağlanmışım meğer. Ellerimiz birbirine sıkı sıkı bağlıyken, gözümden yaşlar akarken söyledim ona:
– Beni rahat bırak. Seni çok seviyorum, benim kocaman bir parçamdın. Ama buraya kadar. Artık gitmelisin.
Sustu. Acıyarak baktı bana. Ben ağladım. Bir yanım gitmesini istemiyordu ve o, bunu biliyordu.
– Artık beni yönlendirmeni istemiyorum. Ben büyüdüm, yapacak o kadar sonsuz işlerim ve hayallerim varken seninle olmuyor. Beni hapsetmenden bıktım, yoruldum. Bir anlaşma yapalım seninle. İzin ver kararlarımı sen olmadan alabileyim. Ben kendimi koruyabilirim ve bunu bilmeye ihtiyacım var. İzle beni. Merak etme, ben güvendeyim. Ben yeterliyim. Ben güçlü ve cesurum.
– Küçüğüm, sen bensiz yapamazsın. Seni koruyamazsam acır içim. Sana zarar vermelerine izin veremem, seni bırakamam.
– Beni bırakmana ihtiyacım var. İzin ver korkmadan adımlarımı atabileyim.
– Ya düşersen?
– Düşersem dizlerim kanar, ellerim parçalanır ama yine kalkarım ayağa. Yaralarımı sarıp devam ederim yoluma. Anlasana! Cesur olmama ihtiyacım var. Bunu bilmeye ihtiyacım var. Lütfen bir kenarda dur ve beni izle. Ne kadar korkusuz ve cesur olabildiğimi gör. Gurur duy benimle. İzin ver duyabileyim Yüksek Benliğimin sesini. Seni seviyorum ama artık gitmen gerek.
Hey, dur! Nereye? Veda etmeden mi gidiyorsun? Bu kadar çabuk mu?
– Beni terkeden sensin, bana ihtiyacın yokmuş, unuttun mu? Bir daha çıkmayacağım karşına ve artık seni koruyamayacağım. Ne halin varsa gör!
Öylece bakakaldım arkasından. Veda bile etmeden gitti bilinçaltım. Yok oldu heybeti birden, omuzları çöktü, başı öne eğik yaralı bir sevgili gibi gitti. Ben ağladım. Cılız bir fısıltıyla ‘Hoşçakal’ dedim. Hoşçakal… Hoşçakal zincirlerim, esaretim. Hoşçakal korkularım… Hoşçakal…
Önümde duran taşların üzerinde ilerleyerek seslendim hayata: Ben özgürüm. Ben güvendeyim. Ben değerliyim. Ben yeterliyim. Ben kendimi seviyorum. Ben bu yaşamın en özel parçasıyım. Ben güçlüyüm. Ben sağlıklıyım. Ben en iyi şeylere layığım. Ben sonsuz varlığım.
Hey, özgürlük! Söyle, hangi muhteşem kapıları açacaksın bana! Bak ben hazırım koşmaya. Merhaba dünya!
Bu son vedanın kapılarını açan, güzel insan Kişisel Gelişim Uzmanı, Profesyonel Yaşam Koçu, Bilinçaltı ve Enerji Terapisti Solmaz Şahin’e sonsuz şükranlarımla…
Funda Öztürk