SOLMAZ ŞAHİN
ÖZ’LE BAĞ KURMA VE UYANIŞ
Yeni doğmuş bir bebek Öz’ün en kolay ifade edilebilen tanımıdır. O’nun korkuları, kinleri, pişmanlıkları, kararları, yeminleri, bakış açıları yoktur. Çocuk büyümeye başladıkça bir kişilik geliştirip başkalarından onay ve kabullenme almak için stratejiler geliştirir ve bu tanım yavaş yavaş kaybolur, kişi Öz’ün yerine egoyu yaratır..
0-6 yaş grubunda çocuk beyni bir kayıt cihazı gibi çalışır, kişiliğini ve egosunu yaratan ilk kayıtları bu döneminde almaya başlar. Etrafında duyduğu veya ona söylenen her sözü (nasihat, emir, sözlü taciz vs.), ona uygulanan her fiziksel eylemi (şiddet, suistimal, katı ve sevgisiz tutum vs.), kişisel algısına hedef alan şahit olduğu ve yaşadığı her olayı (kavga, çatışma, haksızlığa uğrama, kendini ifade edememe, aciz ve yetersiz kalma vs.) bilinçaltına kopyalayıp alır, içselleştirir ve kendi gerçeği haline getirir.
Aile, eğitimciler ve yaşadığımız sosyal çevremizin kişiliğimizi oluşturduğunu kabul edersek doğduğumuz anda sahip olduğumuz Öz’ümüzle daha kolay bağ kurabiliriz, çünkü ancak bize ait olduğunu sandığımız her şeyin (duygularımızın, düşüncelerimizin, hislerimizin, inançlarımızın, alışkanlıklarımızın, bakış açılarımızın, kararlarımızın, davranışlarımızın , hatta görünüşümüzün..) bize ait olmadığını, bize sonradan monte edildiğini alıp kabul edersek varmak istediğimiz noktaya ulaşabiliriz.. Bunun yanında kolektif bilinçten gelen birçok inanç kalıbını da bilinçaltında habersizce besleriz, o inanç kalıplarına göre hareket ederiz. Başkalarından bize yerleşmiş ‘Mutlu aşk yoktur’ veya ‘Aşkın içinde gözyaşı çoktur’ inanç kalıbına sahipsek aşkta başarısızlığı her daim yaşamamız veya yaşadığımız aşkı sadece acı ve gözyaşı ile özdeşleştirmemiz karşılaşacağımız olağan bir sonuçtur. Çok fazla para sorunlarının konuşulduğu bir aile içinde büyüdüysek ve bu durum sözlü ve eylemsel olarak bizlere çok yansıtıldıysa ileriki yaşlarda ne kadar çok çalışırsak çalışalım çocukken yaratılan para blokajları yüzünden istediğimiz maddi seviyeye gelme konusunda bizler de farklı problemler yaşayabiliriz. Dişil Enerji’yi temsil eden Anne Sevgisi’ni alamayan bir çocuğun yetişkinlik döneminde parayla ilgili sürekli sorunlarla karşılaşması olasılığı da büyüktür. Yine Eril Enerji’yi temsil eden Baba Sevgisi ve baba ile iletişim eksik-kopuk büyüyen çocuklarda, ileriki yaşlarında hak ettiği başarı grafiğinde aşılması zor durumlar baş gösterecektir. Birçok kişide bu saklanabilen bir durum teşkil etse de, çocukluğunda babadan alamadığı eril enerji eksikliği güçsüzlük, yetersizlik ve başarısızlık korkularını oluşturur ki, kişi hayatı boyunca kendi potansiyelini istediği başarı derecesine getirememenin içsel sıkıntısını yaşar. Anne baba sevgi ve iletişiminin eksikliği karşı cinsle olan ilişkilerimizde de sorunlar yaşatacaktır…
Çocukken yaptığımız veya bize yaptırılan anlaşmaları bozmaya kalkmak ve artık o anlaşmalara sadık kalmak zorunda olmadığımızı anlamak ancak büyüdüğümüzü fark ettiğimizde mümkündür. ‘’Şimdi yeterince büyüdüm’’ diyebildiğimiz zaman ancak çocuk bilincinden çıkarak o anlaşmaların bozulmasına izin verebiliriz.. Çocuk, anlaşmaları asla bozamaz. Çünkü bu anlaşmalar, küçük bir çaresiz çocukken bizi hayatta tutmuştur ve bu duygu yetişkinliğimizde de uzun bir süre bilinçaltımızda bizi yönlendirmeye devam eder. Şimdiki zamanda koşullanmamızın ötesinde yaşama kapasitemizi hissetmediğimiz sürece, anlaşmalar geçerliliğini korur. O anlaşmaları farkındalık-uyanış dönemine geçmeden bozmaya kalkışırsak içsel dünyamızda büyük çelişkiler yaratırız, iyileşme adı altında aslında kendimize karşı gelmiş oluruz..
Yetişkin olmak ve mevcut anda yaşamak ne anlama gelir? İçimizdeki kırgın çocuğun ihtiyaç ve duygularıyla bir olduğumuzda, bizi bloke eden bağlardan kurtulmak için gereken ilk adımı attığımızda yetişkinlik dönemine geçmişiz demektir. Yetişkin olmak, tam olarak bilinçten işleyen sevgi dolu bir yaşamı deneyimlemeyi seçtiğimiz anlamına gelir. Yetişkin olmak bir bakıma, içimizdeki yaralı çocukla olan bağımızı koparmadan o çocuğu daha sağlıklı ve canlı bir varoluşa taşıma istekliliğidir.. Kırgın çocukla güven dolu bir ilişki kurulduğunda, çocuk kendini tehdit altında hissetmez ve savunma mekanizmaları düşer. Bu aşamadan sonra koşullanmayla olan bağları kesmek daha kolaylaşır. Terapi çalışmalarında bu kesme işlemi pek çok farklı metodla yapılabilir, ama asıl amaç geçmişin travmalarından koparmak ve mevcut zamanda yaşama hissini başlatmaktır..
Çocuk Öz’le ve bireysellikle doğar, bireysellik bizim özümüzdür. Kişiliği bize toplum verir ve kişilik ödünçtür. Tıpkı çıplak doğan bir bebeğin istenildiği gibi giydirilmesi gibi, toplum bizim bireyselliğimizi saklar ve bize kişilik verir. Toplum bireyselliğimizle değil kendi yarattığı kişiliğimizle bizi içinde barındırmak ister. Doğduğumuz andan itibaren en küçük toplum parçası olan ailelerimiz tarafından onların yaratımlarınla ödünç kişiliklerimize ve egolarımıza sahip oluruz. Her içine girdiğimiz toplumda yeni bir kimlik almaya devam ederiz ve aslında bir değil birçok kişilik ve kimlikle yaşamaya başlarız. ’Kişilik olmaması’ ifadesi bu yüzden bilinenin aksine korkulacak bir şey değildir, belki de ilk kez özgün olduğumuz durumdur!..
Öz’ümüzle, taşıdığımız ödünç kişilik arasında bir gün kıyasıya bir çatışma başlar. Terapilerin amacı kişiliğin yapısını dağıtmak ve Öz’le yeniden bağ kurmaktır. Daha önceki yaşamlarımızdan, kolektif bilinçten, genetiğimizden bugünümüze getirdiğimizle ve bu yaşantımızda çocukluk tecrübelerimiz ve savunma mekanizmalarımızla yaratılmış kimliğimizin ötesine adım atmak istediğimiz her an ‘’biz, olduğumuzu düşündüğümüz şey değiliz’’ kavramıyla bütünleşiriz!..
Öz’ümüze ulaşıp o kutsal seviyeyi deneyimlediğimizde, her zaman içimizde hissettiğimiz derin bir özlem doğrulanmış olur. İşte o zaman başkalarının bize biçtiği-kendimize biçtiğimiz her şeyin, kültürümüzün, dini ve toplumsal kimliklerimizin bizi inandırdığı rollerden çok daha fazlası olduğumuzu ve gerçek kapasitemizi anlarız. Gerçek yaşam Öz’ümüzle yaşadığımız yaşamdır.. Çünkü bugüne dek hata ve eksikleri aradığımız yaşamımızda sadece bu seviyede her şeyin bir bütün ve kusursuz olduğunu idrak edebiliriz, gerçek mutluluğu burada deneyimleyebiliriz ancak! Öz’ümüzü bulmak kendimiz olmaktır ve ancak kendimiz olduğumuz sürece kendi arzuladığımız hayatın yapı taşlarını istediğimiz gibi kurabilir, mutlu-huzurlu farkındalık dolu bir yaşam sürebiliriz. Kendimiz olduğumuz sürece gerçek sonsuz kapasitemizi keşfedebilir, kendimiz olduğumuz sürece dünyayı değiştirebiliriz!..
Herkesin bir gün Öz’üyle buluşması; ‘kendi’ olarak kendi hayatını yaşaması ve uyanması dileğiyle..
Solmaz Şahin